4 Eylül 2015 Cuma

NİNDA.TU

Hala öylece duruyor ya, ne diyeyim... En azından görünsün, görünmez olmak hiç hoş değil. 

Geçen ay, bir iş için erkenden dışarı çıkmıştım. Her şey uyku sakinliğindeydi. Bam! Bir silah patlaması duydum. Basit değil mi? Al sana hikâye. Bir adam dışarı çıktı. Uykuluydu. Ve bam! Gözleri açıldı. İyi hikâye. Basit, basit! Bir patlama, çeliğin içinden, 7.65 ya da 9 milimetre… Milimetre diyorum, işte bu kadar küçük bir demir parçası bile hayatı çalkalamaya yetiyor.

Benim ev Kartal’da, sahil yoluna yakın, her nasılsa hâlâ büyük arsalar var orada. Silah patlaması bu arsaların birinden yükseldi. Okul saatiydi. Yanımdan geçen bir grup kız öğrenci de yolun ortasında durmuş benim gibi sese bakıyordu. Sese bakmak. Garip değil mi? Ama inanın, biraz gayret sarf ederseniz onları görebilirsiniz. Deneyin. Şimdi kendinizi bırakın ve o sesi görün!

Bam!..
Duman.
Çekirdek fırlıyor.
Hava kırılıyor.
Parça parça.
Çekirdek.
mmmmm!..
Dağılan parçalar.
Etraftaki her şeye çarpıyorlar.
Sekiyor, içinden geçiyorlar.
Bak şunlara, bak!
mmmmm!
Kuşatıyorlar...

Ses beni sardığında etrafımı izledim. Kadının biri arka koltuğa oturttuğu çocuğunun  emniyet kemerini bağlamaya çalışırken arsaya doğru bakıyordu. Bir kedi koşturarak karşıdaki apartmanın bahçesine attı kendini. Bir martı sürüsü ciyaklayarak üstümüzden geçti. Kızlarsa donup kalmıştı.

Felaket için uygun bir resim ha!..

Bir insan devrilir arsaya ve hayat bir anlığına çalkalanır.

İyi, çok iyi... Herkes aynı yere bakıyordu. Omzunun üstüne devrilmiş bir adam! Genç kızlardan biri heyecanla diğerlerine “Hadi gidip yakından bakalım,” deyince hep birlikte gülüşerek yürümeye başladılar. Lunaparka gider gibi. Şirin şeyler! Adamın yanına varana kadar onları takip ettim. O ana dek gülüp eğlenen heyecanlı kızımız, şu girişken olanı,  adamın dışarı dökülmüş beynini görünce ağlamaya başladı. Belki de daha şimdiden pembe etin üzerine çıkmış karıncaları gördüğü içindi bu. Bilmiyorum. Benim için önemli olan karıncalardı tabii. Hayatın durmadan işleyen çelik sertliğinde bir makine oluşuydu düşündüğüm. Ne gelen önemliydi ne de giden. Önemli olan işlemekti. Zamanın yanında kusursuz bir makine daha! Eşsiz zekâ! Biliyor musunuz, bu da onun için… Tıpkı diğerleri gibi. Zaman… Zekâ… İşleyecek… Kimse anlamayacak olsa da…

Neyse, ben etrafımı incelerken kız ağlıyordu. Ama ne ağlama. İçini çekiyor, her seferinde soluksuz kalıyor, gözleri şişmeye başlamış, kıpkırmızı, sendeliyor, arkadaşları koluna giriyor… Anlıyorsunuz ya, Ekrem Bey, kız istediğini almıştı aslında. Oraya gülerek giderken başına gelecekleri, ruh dünyasının paramparça olacağını biliyordu. Bunu istemişti!


 Bizler sevinçlerini değil acılarını paylaşan varlıklarız ve ve ve paylaşacak bir şeylere ihtiyacımız var! Basit. Biliyor musunuz, acıları kimse kıskanmıyor ve bu sebeple acı çeken bir insanın yanında samimi insanlar bulmak zor olmuyor. Ama gelin bu  tipleri sevinçli bir insanın yanında görün… Neyse, defalarca söylenmiş şeyleri tekrara gerek yok, kızımıza dönecek olursak; artık kendisinin günler boyunca anlatacağı bir acısı vardı. Ne güzel değil mi? Geceleri uyuyamayacak, uyusa da kan ter içinde uyanacak, bağıracak hatta kusacak falan. Anlatacak, ailesi, arkadaşları onun bu kötü anıyı unutması için uğraşacaklar… Anlatabildim mi? Acı, çeker insanları…”

Hiç yorum yok: